Aral Okullu Oldu

SORU: Okul Hakkında Konuşalım mı?
CEVAP: Evet.
SORU: Okulu seviyor musun?
CEVAP: Çok seviyorum
SORU: Okulda en çok ne yapmayı seviyorsun?
CEVAP: Arkadaşlarımı, öğretmenlerimi, oynamayı, ders çalışmayı
SORU: Pek ders çalıştığını göremiyoruz ama…
CEVAP: Çalışacağım ama canım istemiyor.
SORU: Neden?
CEVAP: Çünkü canım öyle istiyor.
SORU: Canın neden istemiyor peki?
CEVAP: Canım istemiyor ne yapabilirim?
SORU: Soruya soruyla cevap veriyorsun.
CEVAP: Çünkü öyle istiyorum.
SORU: İşine gelmemiş olabilir mi?
CEVAP: Olabilir.
SORU: Okula geri dönelim mi?
CEVAP: Okul yarın var mı?
SORU: Var güzelim.
CEVAP: İyi o zaman, zaten okulu seviyorum.
SORU: Ama okulda ders de çalışman gerekmiyor mu?
CEVAP: Ben çok akıllıyım, başarılıyım. Dersimi yapıyorum, öğretmenlerimi hiç üzmüyorum….
SORU: Sana ders çalışman gerekmiyor mu dedim, galiba anlatamadım.
CEVAP: Evet anlatamadın. Anlatsana.
SORU: Diyorum ki, biraz kalem, kağıt işleri yapsan… Daha çok kitap okusan… Yazı çalışması yapsan…Hem okulda hem evde.
CEVAP: Ben yapıyorum. Bugün hep yaptım. E öğrendim. Artık biliyorum. Şimdi çizgi film izleyim biraz.
SORU: İzle tabii ki, ama biraz çalışmak gerek. Öğretmenin ödev vermiş olmalı.
CEVAP: Yok vermedi. Eve git film izle dedi. Okulda çok ders çalıştım. Öğretmen beni seviyor zaten. Hiç üzmüyorum ki. Derslerimi bitirdim.
SORU: Artık soru yok. Otur bakalım.
CEVAP: Ama ben acıktım, susadım, karnım ağrıyor, gezmem lazım, babaannemi özledim, dedem nerede, Selçuk gelsin, öğretmenim beni seviyor….


Ama Aralla doğru yoldayız. En azından bir harfi öğrendi, geriye kaldı kaç harf? O da olur. Sabırla, üşenmeden, dikkatlice… En önemlisi de sevgiyi eksik etmeden. Her şartta.

Aral Konuşuyor:







Okula gitmeyi seviyor musun?

-Okula gitmek çok seviyorum. Dışarı çıkıyorum. Ondan sonra arkadaşlarımla top oynuyoruz. Ondan sonra zil çalınca sınıfa giriyoruz. Ondan sonra arkadaşlarımla sınıfa giriyoruz. Anneannemle tatile çıkıyoruz.

Ne tatili?

-Napıyoruz eee. Büyük dedeyle bahçeye çıkıyoruz. Denize. Hikaye tatili.

Anlamadım. Hikaye tatili ne?

-Selçuk tatili.

Okuldan bir anda tatile geçtin galiba.

-Evet. Çünkü canım öyle istedi. Aral Gazel’in canı istedi. Ondan sonra Fırat tatili.

Bırak tatili okul başladı.

-Öğretmenimi çok seviyorum. Çünkü canım öyle istedi. Yağmur öğretmeni çok seviyorum.

Okulda ne yapıyorsun?

-Oturuyorum. Kek yiyorum, meyve suyu içiyorum. Sonra bakıyorum, sınıfta ders çalışıyorum. Arkadaşlarım da beslenme saati yapıyorlar. Okulda dışarı çıkıyorum. Tülin öğretmen de Mert’e kızıyor. Çünkü ders yapmadığı için. Bana kızmıyor çünkü ders yapıyorum. Hiç üzmüyorum ki.

En çok ne yapmaktan hoşlanıyorsun?

-Oturmak. Ondan sonrasında ayakta durmak, selam vermek, şiir söylemek. Korkma sönmez sarkısı söylemek. Sinemayı ben çok seviyorum. Çünkü canım istiyor. Avanak kuzenleri seviyorum. Çizgi film de çok seviyorum.

En çok sevdiğin arkadaşın kim?

-Nille Duru. Ama Nil tatilde. Herkesi seviyorum.

Oyuncak oynar mısın?

-Oynarım tabii ki. Ekşınmenle kayık köpek. (?)


Ben kimim?

Annem aşkım. Babam Fırat. Selçuk abim de abim.

Başka kimleri seviyorsun?

Kızları çok seviyorum.

28.09.2008 Aral ile sıradan bir röportajımız.

Aral Konuşuyor!






Artık okula gidiyorum.
Arkadaşlarımı seviyorum.
Onlarla sınıfta koşuyoruz.
Öğretmen bize kızmıyor.
Bir de Yağmur öğretmenim var.
Onla yazı yazıyoruz.
Sonra kek yiyoruz.
Öğretmen bize bakıyor.
Biz yazıyoruz.
Sonra eve gitmiyorum.
Okula gidiyorum.
Selçuk geliyor bize.
Selçukla yazı yazıyoruz.
Beşiktaşı izliyoruz.
Selçuk Volkan’a kızıyor.
Annem maç izlemiyor.
Yürüyüşe gidiyor
Erkek erkeğe izliyoruz.
Yaş günüm oldu.
Pasta yedim.
Üfledim
Hep okula gidiyorum.
Bazen yere yatıyorum.
Annem kızıyor
Yağmur öğretmen sırtımı kaşıyor.
Sonra kek yiyorum.
Annem okula bırakıyor.
Babam bırakıyor.
Sonra müzik dinliyorum
Yağmur öğretmenle oturuyoruz.
Tülin öğretmen bize bakıyor.
Benim iki öğretmenim var.
İkisini seviyorum.
Onlar beni seviyor.
Arkadaşlarımı seviyorum.
Okulumu seviyorum.
Hep gülüyorum, yaramazlık yapmıyorum ki hiç.
Yazı çıktı annem dedi.
Anlamadım.
Okula alacaklar dedi.
Zaten okulu seviyorum.
Niye almasınlar ki.
Ben seviyorum okulu.
Arkadaşlarımı seviyorum ki.
Öğretmenlerimi de seviyorum ki.
Kek yiyorum

Ötekiler

“Bizim çocuklar, öteki çocuklar… “ Bu ifade açık söylenmese bile maalesef bir çok insanın beyninin hep bir taraflarında duruyor. Beyinlerdeki “öteki insanlar” duruşu, çocuklarımızın gerçek taleplerini, haklarını, alması gerekenleri almasında ciddi sıkıntılara yol açıyor. Öteki olmayan çocuklar için yapılan tüm uygulamalar, “yapılması gerekeni” yansıtırken, “öteki çocuklar” için yapılanlar, konuyu kapatma niteliğinden öteye geçemiyor.

Her “öteki çocuk” birisinden bir şey talebinde bulunurken, beyinlerdeki “gerek var mı ki?” duruşlarını yaşamak zorunda kalıyor. Gerek olduğunu anlatmak için verilen ciddi çabaların karşılığı, genellikle yıpranmış yürekler olarak karşımıza çıkıyor. Sokakta gezebilme isteği bile bu duruşla gereksiz olarak karşılanabiliyor. Dahası ne olsun?

Sokakta gezebilmek isteyen her “öteki insan” karşılaştığı her garipsenen bakışla, kendisini kötü bir şey yapmış gibi hissedebiliyor. Dahasını sokağa çıkmamakta buluyor. Çünkü sokağa çıkmadığında sorun da çıkmıyor. Ama yüreğine bunu asla anlatamıyor.

Oysa ki, yaşamın içinde her insanın, öteki olmaktan öte, “bir insan” görülmesi çok mu zor? Farklı yaşantının içinde olmasında ise anlaşılamayacak hiçbir şey yok. Çünkü Allah “Öteki insan” ı öyle yaratmış. Konuşamasa da, yürüyemese de, işitemese de bu “öteki insan” ın kendi isteğiyle yaşantısına girmemiş. Ya böyle doğmuş ya bir gün böyle yaşamak zorunda kalmış…

Elinde olmayan, kendi yaratılmış haliyle yaşama tutunmaya çalışan her bir “öteki”, her an cezalıymış gibi yaşamak zorunda kalıyor. Toplum ona bu durumu uygun gördüğü için, cezalı olmadığını anlatamıyor. Dinlenmediği için, görülmediği için, kimse neler yaşadığını anlamayı seçmiyor. Herkesin anlayacak o kadar işinin arasında galiba “bir insanı” anlamanın yeri yok diye düşünmek gerek. Çünkü her an yaşanan gerçeklerden bahsediyoruz.

Elini kullanamayan, elini kullanamadan yaşamak zorunda kalan bir insanın “elleri olmadan” nasıl yaşayabildiğini kimse düşünmek bile istemiyor. Düşünmek bir tarafa bir insanın elinin olmadığı durumda yaşamak zorunda kaldığı toplumsal sıkıntılarının çözümünü de çözümsüzleştiriyorlar. Bari onu yapmayın demek gerek burada. Görmüyorsunuz bari engel olmayın da ellerinin yerine başka organlarıyla yaşayabilsin insanlar.

Yaratana inat yapılanlar, Yaratana rağmen yapılanlar… tüm bunların özeti bu aslında. Başka söze ne hacet.

Hoşgörü ayı Ramazan’da ağlayan tüm engelliler adına…

ARAL’DAN İNCİLER
















-Selçuk’u tanımıyor musun? (Gün içinde yüzlerce kez… Herkese…)

-Yarın okul var mı? ( Her okul çıkışında…)

-Bugün beni kim alacak? ( Her okul girişinde…)

-Beni nereye götürüyorsunuz? ( Her yola çıkışta…)

-Eve gitmek istemiyorum. ( Her ev girişi… )

-Gezelim. ( Sürekli…)

-Bana müzik aç. ( Her araba yolculuğunda…)

-Yemek yemiyeceğim. ( Tahmin edin…)

-Anneme kızmayın O Aral Gazel’in annesi. ( Herkese…)

-Bu adamı iyice döveyim. ( Yan arabadakilere… Her kimse fark etmez.)

-Annemin müdürünü döveyim. ( İşe gidince…)

-Oturmayacağım, çünkü canım istemiyor, ne yapabilirim? ( Yaramazlık yaparken…)

-Bana kim kitap okuyacak? ( Babası eve girer girmez…)

-Beni Nurdan Öğretmenime söyleme. ( Tahmin edin…)

-Anne sen dışarı çık biz erkek erkeğe oturalım, olur mu? ( Her akşam…)

-Anne sen kaleye geç, ben şut atayım, olur mu? ( Tahmin edin…)

-Anne topu tutamadın, sen git babam gelsin. ( Yalnızken…)

-Babam nerdeymiş? ( Babası işteyken…)

-O babamın müdürünü döveyim. ( Babası geç gelince…)

-Ben kendim gezebilirim. ( Sokakta…)

-Karnım çok acıktı, köfte yiyeceğim. ( Evden çıkmak için şansını denerken… )

-Kitapları dağıttım çünkü canım öyle istedi. ( Her yer kitapken…)

-Neden pantolon giydin? ( Evden çıkarken…)

-Sen uyu ben düşüneyim. ( Her sabah…)

-Anne küfür yasak mı? (Yasak olsa kaç yazar oğlum.) Bu arada küfürleri yazmıyorum Biiippp

-Kola içebilecek miyim? (İsterseniz içme deyin… deneyin.)

-Baba annem kola aldı. Ben istemedim ki. (Suçunu nasıl da bilir…)

-Evi ben dağıtmadım, Ahmet yaptı. ( Ahmet’i bir elime geçirsem…)

-Ben bugün hiç yaramazlık yapmadım, babaannemi dövmedim ki…( Eve gelirken…)

-Bugün herkes beni dövdü. ( Kendi suçunu örtbas…)

-Ben ne güzel oturuyorum ki. ( 1 saniye oturunca…)

-Beni arcadiuma götürün. ( Her an…)


Aral demişler O’na. Dillendikçe laf yetişmez oldu, hızına bedenler… İstekleri yerine gelmediğinde... O zaman kaçın, nereye kaçabiliyorsanız. Neler, neler… Bu da küçük bir Aral Hikayesiydi… İnci inci dökülen. Darısı bugünleri görmek isteyen tüm ailelere ve çocuklarımıza…

Hadi Aral oturalım biraz...

"Yooookkkkk kapat bilgisayarı oyun oynayalım."
"Ne oyunu?"
"Oyun dedim işte. Kaalllkk"
"Tamam. Ne yapalım?"
"Oyun yapalım."

YAŞAM ZATEN BİR OYUN DEĞİL Mİ?










Otistik bireyler geniş bir yalpazeye yayılmış olarak bu sosyal engelliği farklı şiddet derecelerinde yaşarlar. Kimi hiç kimseyle iletişime girme çabasına girmezken _ anneyle bile _ kimisi de sadece tanımadıkları kişilere ya da nesnelere ilgisiz ya da tedirgin tutum içine girerler. Ailenin çocuğa ilgisi ve iyi bir özel eğitimle tam çözülemese bile normale yakın yaşam sürebilirler. Ancak bu kolay olmaz. Otistik bireyin otizmindeki şiddet derecesine göre _ Zihinsel durumuna göre de _ tedavi belirlenir. Ancak çoğunlukla iş aileye düşer. Otizm beraberinde konuşma sorununu getirir. İletişime girmeyen otistik birey konuşma tedavisi almak zorundadır.

İki engelliği birlikte yaşayan bir anne olarak şunu açıkça şöyleyim ki otizm ile baş etmek daha zormuş. Çocuk için de aile için de. Ama inatla uğraşıldığında sonuç alabilmek çok keyifli.

Otistik bir çocuk kendi kurguladığı ve yaşamak istediği dünyada yaşar. Bizler ise onu kendi dünyamıza çekmek isteriz. O zaman asıl problem yaşanır. Çocuk huysuzluk yapar, ağlar, çığlık atar...

Her otistik çocuk farklıdır. Tepkileri, korkuları, konuşma düzeyleri...Ayrıca benim oğlum gibi iki farklı engeli bir arada yaşıyorsa o otistik çocuğu anlatamazsınız sadece yaşarsınız. Yaşadıkça kendinize ve çocuğunuza uygun, anlık çözümler bulursunuz. Bu nedenle otistik bir çocuğuna bakan kişinin ve özellikle annesinin yorulmaya, psikolojik sorun yaşamaya ve yaşamı bırakmaya hiç hakkı yoktur, daha önemlisi fırsatı yoktur. Çünkü, sürekli ikna etmek ve normale yakın yaşama döndürmeye çalıştığı bir çocukla birliktedir. Her adımda yeni bir teknikle mücadelenin tam ortasındadır. Bu böyle sürer gider.

Yıllar süren büyük mücadelenin kısmen sonuçlarını alabilmek en büyük mutluluk bizler için. Oğlumun 8 yıl sonra geldiği noktaya baktığımda diyorum ki: “ Çok yorulduk ama değdi. Artık konuşabiliyor, yaramazlık yaptığının farkına varabiliyor, espri yapabiliyor, arkadaşlarıyla oynamak için çaba harcayabiliyor…Daha ne olsun”


Bunu Nasıl Başardık?


Bu sorunun cevabı basit: “OYUNLA”. Uzun yıllar sonra yeniden birdir bir, saklambaç, fış fış kayıkçı, lego, yakan top… oynamak insanı genç ve dinamik tutuyor. Bu yüzden eşimle yaşlanmayacağımıza inanıyorum. Çünkü tüm oyunları birlikte oynamamız gerekiyor. İşten eve gelince yemeğimizi yer yemez hemen oynamaya başlıyoruz. Artık oğlumuzun canı hangi oyunu isterse…Bazen oyunlarımıza bulabildiğimiz komşularımızı, akrabalarımızı, arkadaşlarımızı, arkadaşlarımızın çocuklarını da katıyoruz. Hatta babaanne, anneanne, dede, dayı, amca… hep birlikte aç kapıyı bezirgan başı oynamamızı bir görseniz…Büyüklerimiz de çocuklaştı, gençleşti. Şaka bir yana, otizmle mücadelenin en önemli yollarından birisi; oyun oynamaktır. Doğrusu çocuk çocuğa oyundur ama her zaman sabırlı çocuk bulmak mümkün olmuyor. Bazen çocuk oyuncu denk gelince bizler büyük rolü oynamaya devam ediyoruz.

Yaşamın kendisini oyun olarak algılamak, bu algıyla yaşamaya devam etmek ise işin en keyifli yanı. Bu öyle bir keyif ki, en zor anlarda bile oyun mantığı içinde hareket edebilmek yaşamı daha anlaşılır ve yaşanır hale getirebiliyor. O zaman farklı bir çocukla yaşamanızın karşılığını daha başarılı ve daha mutlu olarak alabiliyorsunuz. Bir çok insanın üzüldüğü konular sizin için küçük oyunun bir parçası olarak kalabiliyor.

Reyhan Gazel

"ÖTEKİLEŞTİRDİĞİMİZ" İNSANLAR
















Birkaç gündür oğlum ciddi sıkıntılar yaşıyor ve yaşatıyor. Derdini tam anlatamadığından, tepkilerini çözmek zorunda kalmak kaçınamayacağımız bir gerçek. Çözüyorum şifreleri, ard ardına yerleştirdiğimizde zor olmuyor. Ellerini daha sert ısırıyor, okula giderken üzerini giymemek için direniyor, sürekli birilerini kızdırmak istiyor…

Sıkıntısı var. Üstelik tepki verdiği arkadaşları…Onları çok seviyor ama yanlarına gitmek istemiyor. Neden acaba? Bir çocuk arkadaşlarını hem sevip hem yanlarında olmak istemiyorsa burada ciddi bir iletişim sorunu vardır. Bunu anlayabilmek zor değil.

Anlayabilmek zor olmasa da sorunu çözebilmek kolay değil. Bir çocuğun, bir başka çocukla iletişim şeklini değiştirebilmek kolay değil. Sorun değişmeyince yaşamda yaşanan bu sıkıntı, yaş büyüdükçe daha büyür. Bir süre sonra hiç çözülemez. Ağaç yaşken eğilir…

Yaşamın içinde birbirinden oldukça farklı insanları her zaman rahatlıkla görürüz. Konuşamayan, kilosunda normal dışı durum bulunan, bedeni herkes gibi olmayan…Biz bu insanlara “engelli” der geçeriz. Bizden uzak olsun da, söylemlerini de yanlarında yüreklerimizden geçirerek. Duygunun “engeli” olmayacağını düşünmeden, tıpkı yaşın olmadığı gibi. Duygu her yaşta, her şartta aynı izleri bırakır yüreklerde…

İstenmemek, kabul görmemek kolay baş edilir bir duygu değildir herkes için. Sürekli istenmemek ise görünmeyen engelleri ortaya çıkarır, bilene. Var olan engelin yanında üstelik. Tüm engelliler ve ailelerinin gerçekte yaşadığı gibi. Bir başka engelle de mücadele etmek zorunda kalmak kolay baş edilir değildir.

Ötekiler deyip bir kenara bıraktığımız “insanların”, bırakılan kenarda neler yaşadığını düşünmemek öncelikle “ insan” olmaya ihanettir. Evde konuşacak kimsesi olmadığı için ağlayan yavrularımla konuştuğumda, yaşanan ihaneti daha net görmek, yine de onlar için sevgi beklemek çok mu anlamsız?

Dışarıda “ötekileştirilmiş” gençlerin içinde bulunduğu sıkıntılı ruhsal durumları her an gördüğümden, yürekten üzülürüm. Yalnızlıklarını bile yaşamın kendisi diye düşünen gencecik bedenleri… Bir insan merhabasında kabaran yüreklerini yanlarında görmenin, o an aldıkları hazzı onlarla yaşayabilmenin bir sonraki adımını bildiğimden, içim daha büyük acı duyar. Vazife galibi olarak hayır yapmanın sonucunda rahat rahat evlerine dönmeleri gördüğümden... Ne vazifesi? Yaşam bu kadar mı basit, tek düze? Hep aynı insanlarla…

Merak etmeyin oğlumun sorununu çözebilirim. Yanındayız, hep… Ama her “öteki” çocuk bu kadar şanslı mı? Mücadele etmeyen, edemeyen ailelerinin yanında, arkadaşlarından sürekli uzakta kalabilmek o küçük yüreklerde nasıl yansır bilir misiniz? Ya da düşünebilir misiniz? Düşünmek bile istemeyenler için sözüm, düşünün!… Düşünün ki birilerini de düşündürün. Küçük yavruların, genç bedenlerin “ötekileştirilmesine” izin vermeyin. Onları sokaklarda görebilirseniz tabii ki. Onlar evlerinde, herkesten uzakta… Ama yürekleri hepimizle…Bekliyorlar.

Reyhan Gazel